Gündemin Gidişatı ve Eylemlere Milliyetçi Bir Bakış;

Eylemler başlayalı bir hafta oldu. Bir hafta içinde nelere şahit olduk? Şahit olduklarımızın sebebi neydi? Memleket-i Ali vatanımızı istikbalde ne bekliyor? Sorular, beyin fırtınasına başladıkça artırılabilir. Pek tabi Sosyoloji fakültelerinde daha analitik sorular ve tespitler yapılabilecektir. Nitekim ülkemiz ve vatandaşlarımız birer denektir…
Soruların bizce, Türkçe cevaplarını aradığımızda karşımıza çıkan ilk tespit, olayların tamamıyla siyasi sıkışmanın yarattığı entropik vakıalar bütünü olduğudur. Bir tarafta Neoliberal zemin üzerinde pragmatist politikalar güden hükümet bir tarafta mevkisini asla yitirmeyen oportünist Sosyal Demokrat ana muhalefet partisi ve bunların çevresinde bütünleşen diğer ideolojiler. İşte meclisimizin ve siyasi iklimimizin halet-i ruhiyesi budur. 1980 darbesinden sonra Turgut Özal’ın ve Erdal İnönü/Bülent Ecevit’in tayin ettiği Türk siyasi geleceğindeyiz. 1960-80 arası doğan nesle hitap eden, onların kavgalarını barındıran, onların dertlerine çözüm arayan politikalar… Evreka, evreka diye her haykırdıklarında bizim neslimiz tarafından gülünç bulunan politikalar… Mecliste bizi temsil etmeyen milletvekillerinin suni sorunları ve çözümleri… Cami, okul, adliye, maliye, hariciye, tarım, hayvancılık vb. her alandaki siyasallaşma ve ilkelerin terki… Ez cümle; milenyum doğumluların ve Türk Devlet ilkelerinin sorun denilenleri sorun görmediği, çözüm denilenleri yetersiz ve taban tabana zıt bulduğu bir siyasi ortam mevcuttur. Bu yaşananlar da işte bu mevcudun millet vicdanındaki karşılığıdır.
Türk isyan tarihinde 1153 Oğuz isyanı, 1240 Babai isyanı, 1518-1612 Celali isyanları, Meşrutiyet isyanları, Öğrenci olayları, gibi birçok isyan görülmüştür. Görüleceği gibi 1000 yıllık tecrübe milletimizi yavaş yavaş daha sakin, daha gürültüsüz isyanlara götürmüştür. Kılıç çekmeyle başlayan süreç, slogan atmaya evrilmiştir. Peki reaya ve vatandaşın tepkilerine karşı dönemin otoriteleri ne yapmıştır? Gerek Oğuz isyanında gerek Celali isyanlarında baba rolüyle reayanın teskini sağlanmıştır. Reaya dinlenmiştir, önemsenmiştir, yaşananların sebebi boylu boyunca irdelenip başı okşanmıştır. Çünkü bu isyanların hiçbirisi devleti yıkmak, bölmek için ortaya çıkmamıştır. Taleplerin göz ardı edilmesi sonucunda oluşan kamuoyu tepkileri beyan edilmiştir. Bu tepkilerin gösteriliş tarzı da yaşandığı devrin dinamikleri çerçevesinde gelişmiştir.
Peki bugün yaşananlarda sokak ne diyor, otoriteler ne diyor? Otoriteler ne mi diyor; sayın Cumhur-u reis, vatandaşına vandal deyip asırlık töremizdeki millete baba olma rolünü aksatıyor; kendince sokakların abisi olmaya çalışan Özel, tepkileri mahkemesi süren ve henüz dosyaları hâkim-savcı önünde olan bir belediye başkanı etrafında toplamaya çalışıyor. Özel’in medyası da sanki meydanlarda terörbaşına sövülmüyormuş, milliyetçi sloganlar atılmıyormuş gibi olaylara “Ekrem için” başlığı atmaktan geri durmuyor. Yetmezmiş gibi paçavraya paçavra dendi diye üzülenlerden özür dilemeye koşuyor. Kurmaylarını da meydanlara göndermek suretiyle rezil ediyor (Gençliğe Hitabenin yanlış okunması). Türk milletinin 56 yıllık çınarı, mefkuresiyle, sistematiğiyle siyasetimizin en muhkem uzvu MHP ise olaylara sessiz kalmakla beraber sokaklardaki milliyetçi gruptan oldukça rahatsız. “Bozkurt” un parti sembolü olmaktan çıkmasına ve halka partiden bağımsız yayılmasına tepki göstermekteler. Bunun dışında her eylemde sokaklara çıkıp polise saldırmak ve yıkıcı/bölücü faaliyetlerde bulunmakla meşhur olan marjinal sol gruplar, beşinci günden beri meydanların milliyetçi çehre edinmesi karşısında çok tepkili. Ortalığı karıştıramamak, polise saldırıp provokatörlük yapamamak çok kanlarına dokunmuş gibi duruyor.
Otorite mevcut durumu bu şekilde yorumlayıp milletin sesini kavrayamamıştır. Buna karşın meydanlar beşinci günden itibaren milliyetçi bir çehre almış ve esas tepki apo/pamuk şeker sürecine yönelmeye başlamış gibi görünüyor. Grubun içinde devlete ve polise karşı kitleyi kışkırtmaya çalışanlar olsa da gezideki gibi başarılı olamıyor ve hızla polise teslim ediliyorlar. Meydanların çok kısa sürede yaşadığı dönüşüm yeni kuşağın hassasiyetleri ile ilgili büyük ölçüde fikir vermekle beraber; partilere ve siyaset denen ilkesiz hastalığımıza da mesafeli olduklarını gösteriyor.
Meydanların sesi, bu sese karşın otoritelerin tezatlığı ve neslin güncel tutumu göstermektedir ki; Türk milleti artık siyasetten, particilikten, ideolojilerin kurumlarca tekelleştirilmesinden bezmiştir. Cumhurbaşkanımız ve bakanlar kurulunun partiler üstü bir mevkide olması gerekmekte ve sloganlara kulak verip babacan devlet adamı rolüne dönmelidir. Ana muhalefetin ise sosyal demokrat kaygılarla iyice faydacılaştığı ve Dem parti mensubuymuşçasına takındığı tavrı bırakması gerekmektedir.
Tüm tespitler bir noktaya bağlanacak olursa o nokta şudur; Türk milleti, sağ liberal ve sol demokratlık gibi kisvelere meydan bırakmaksızın, tarihin haklı çıkardığı tek ideoloji olan Türk milliyetçiliği etrafında birleşmek zorundadır. Mümtaz Turhan’ın da dediği gibi milliyetçilik zaruri bir yaşam tarzıdır. Diğer tüm ideolojiler ise gündelik siyasi emellerin yol arkadaşıdır. Bu yol arkadaşlığının sıradanlaşması ve asıl zaruriyetlerin unutulması, iki taraflı aksi yönde beyanatlar verilmesi bu sürecin yegâne sebebidir. Muhalefet, eylemleri konsolide etmeye ve iktidar karşıtlığına odaklamaya çalışsa da bu eylemler esasen partiler üstüdür ve tüm partilerin sistemi tıkamasına yöneliktir. Buradan çıkışın ise çözümleri nettir. Cumhurbaşkanı, partiler üstü ve Türk devlet töresine uygun biçimde kapsayıcı, babacan olmalıdır. Meclis, milletin esas dertlerine odaklanıp siyasetin vehimli kavgalarına girişmekten imtina etmelidir. Bürokrasi ve kurumlar, disiplinli ve özverili çalışmalıdır. İkinci bir suhte bunalımı yaşanmaması için (ilki 16. Yüzyılda yaşanmıştır.) güncel nesille hiçbir zihniyet bağı kalmayan beyaz yakalıların, kademeli olarak emekli edilip alttan gelen yeni neslin devlete ve milletine entegre edilmesi gerekmektedir. Çünkü eğer bu nesil, bir an önce milletine entegre edilemezse kaybedileceği çok açıktır. Ek olarak bu entegrasyonun gerçekleşmediği her yeni günde; yaş ortalaması yükselen kurumlar, yeni nesilden ve taleplerinden uzaklaşmaktadır. Teknoloji ve iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla devlet-vatandaş bütünleşmesi sağlanmış gibi görünse de bu bütünleşme yeni nesilden ziyade X kuşağı için geçerlidir. Çünkü ne yazıktır ki Türk devlet yaşamında talepler dahi asabiyet (İbn Haldun) kanalıyla iletilmektedir. Ve her şeyden önemlisi; Türk devleti, Türk devleti gibi hareket etmelidir. Türkiyecilik hülyalarından vazgeçilmeli ve ananevi kutsiyetler tartışmaya açılmamalıdır, suni gündemler oluşturulmamalıdır. Türk çocuğunun devletten esas bekledikleri bunlardır. Bu aziz vatanın fertleri; yıkıcı/bölücü/vandal hareketleri asla tasvip etmez ve desteklemez. Bu durumda emniyet güçleri gereken müdahaleyi meşru zeminde gerçekleştirir. Bundan ötürü herhangi bir kaygı da yersizdir.