Tehcir Kahramanlarımızdan: Dr. Mehmet Reşit

Var ettikleri tehcir projesiyle aziz ve mukaddes vatanımızı, tek dişi kalmış müstebit garp canavarlarından ve onların haritalar üzerinden yaptıkları “Sykes-Picot, Şark meselesi” projelerini bozan; tarih boyunca millet serüvenimizin en ihtişamlı ve şerefli mevkiine yerleşen İttihatçı münevver, asker ve doktorlarımıza saygı, şükran, dualarımla …

Tehcir Kahramanlarımızdan: Dr. Mehmet Reşit
Tehcir Kahramanlarımızdan: Dr. Mehmet Reşit

 Tehcir Kahramanlarımızdan: Dr. Mehmet Reşit Bey

Giriş

Mehmet Reşit Bey ile ilgili kaynaklar az ve muammadır. Mithat Şükrü Bleda’nın hatıratını yayınlayan oğlu Turgut Bleda, Reşit Bey’in sık sık not defteri tuttuğunu ve kendisi de bir devlet görevlisi olan gelini Özel Şahingiray’ın yayınlama sürecinde olduğunu 1970’lerde kaydetmiştir. Lakin bu çalışma o yıllarda yayınlanamamış ve Nejdet Bilgi’ye nasip olmuştur. Dr. Mehmet Reşit hakkındaki en tafsilatlı kaynak da nitekim Bilgi’nin eseri olup aile evrakından oluşmaktadır. Eserin izlencesi ve içindekiler kısmı ek olarak siteye eklenecektir. Bunun haricinde tüm kariyerini Türk büyüklerine iftira atmaya adamış Hans Lukas Kieser adında tarihçiliğin soytarısı bir zat, birilerine şirin görünmek adına Reşit Bey hakkında bir eser yazmıştır. Üzücü olan husus da dijital ortamda bu eserin Reşit Bey hakkındaki tek eser oluşudur. Çeşitli dijital ansiklopediler de Kieser’in çalışmasını referans aldığından dijital manada Reşit Bey, tamamen karalanmakta ve mukaddes istirahatgahında rahatsız edilmektedir. Bundan ötürü Bilgi ve Bleda’nın eserlerinden sıkça faydalanarak dijital ortamdaki literatüre katkıda bulunmak namına bu yazıyı kaleme almanın bir meslek sorumluluğu olduğunu hissederek bu yazıya giriştim.

Mehmet Reşit Bey’in Serüveni

Mehmet Reşit Bey Çerkes kökenli Haniko ailesine mensup olup serüveni Kafkasya’da köklü bir aile mazisine dayanmaktadır. Kırım Tatarları tarafından vakti zamanında Kırım’a yerleştirilmişler ve iç siyaset dinamiklerinde önce Hanlığın sonra da Kırım ile Moskova arasındaki siyasetin temelinde bulunarak Kuzey Türk devletine müspet hizmetlerde bulunmuşlardır. Ailenin isminin Haniko yani “Hanzade” olması ve Çerkes kabilesinin onlara bu ismi vermesi, Haniko ailesinin Kırım Tatarlarında mevcut olan Atalık müessesine hizmet etmesindendir. Vakti zamanında Hanların yanında yamacında büyüyen Haniko ailesi fertleri, bir bakıma Kırım Tatarlarının da vasisi haline gelmektedir. İşte böylesine derin ve köklü bir yapıda olan, Türk devletine olan hizmetleri yüzyılları aşkın olduğu bilinen Haniko ailesi, 93 Harbinde Rus zulmüne maruz kalmış ve muhacir olarak İstanbul’a gelmişlerdir.

Mehmet Reşit, ailesinin maddi durumu ve müspet mevki sayesinde iyi eğitim görmüş ve sivrilmeyi başararak Mekteb-i Tıbbiye’ye girmiştir. Ailesinin İstanbul sosyetesindeki mevkisi nedeniyle payitahtın önemli münevverleriyle kurduğu çeşitli dostlukları daha ergenlik çağlarında başlamıştır. Nitekim kendisi not defterinde İttihad-ı Osmani cemiyetinin kurucularından biri olduğunda 17 yaşında olduğunu kaydeder. Eğitimini tamamlayıp Tabip Yüzbaşı olduktan sonra İstanbul’da mesleğini icra ederken 1890’larda patlak veren Ermeni isyan girişimlerinin yarattığı çatışma ortamında, ordunun sıhhiye ihtiyacına yara olmak maksadıyla cephe cephe gezmiştir. Bu süreçte Ermenilere dair ilk izlenimlerini edinen Dr. Reşit Bey, olayların faili olarak devlet düzenini yeteri kadar tatbik edemediğini iddia ederek 2. Abdülhamid’i itham etmiştir. Bu süreçle ilgili malum diaspora Abdülhamit’i çeşitli iftiralarla itham ederken Dr. Reşit’in onu yeterli sertliği göstermeyip gereken tedbirleri almadığı ve Garplıların hasmane siyasetine acizane şekilde kaybettiği gerekçesiyle eleştirmesi dikkat çekici bir başka husustur. Ermenilerin bu isyanları 1897’lere kadar aktif olarak sürmüştür. Dr. Reşit ise ordunun çeşitli kademelerinde bir yandan doktorluk görevini ifa ediyor bir yandan da Abdülhamit’i eleştirmekten çekinmemiştir. Ermenileri küstah ve şımarık buluyor, Avrupalıların emellerinin payitaht tarafından engellemediğini söylüyor, çareyi milletçe birleşmekte buluyordu. İttihatçıların büyük çoğunluğu gibi o da üç tarz-ı siyasetin tabii süreci içerisinde Osmanlıcı- İslamcı- Türkçü mevkide bir ideolojik yaşantıya sahiptir.

Serüvenin istikbalinde İttihatçı faaliyetleri sebebiyle Şeref Vapuru ile Libya’ya sürülmüştür. Lakin burada da faaliyetleri durmamıştır. Bölgedeki eğitimsizliği ve tıbbi yetersizliği çevre mahallerin valilerine bildirmiştir. Bölgedeki diğer İttihatçı sürgünlerle birlikte kütüphaneler kurarak halka okuma-yazma öğretimi yapmışlardır. Üslubu genel olarak çok sert bulunabilir. Raporları, arz mektupları, ricaları genellikle serttir. Yabancı çalışmalarda “Radikal Vatansever” olarak tanımlanırken tam da bu yönü öne çıkartılmaktadır. Devlet işleyişinde bir kusur, ağırlık gördüğünde sözünü asla sakınmamaktadır. Türk-Yunan harbi sırasında yanına gelen askerlerle çeşitli mülakatlarda bulunmuş ve elde edilecek zaferin diplomatik görüşmelerde aynı niteliğe sahip olmayacağı ön görüsünü ortaya koymuştur. Esasen Dr. Reşit’in doktor, asker, siyasetçi olarak kariyerleri gerek bütün halinde gerek ayrı ayrı incelenirse yaşadığı dönemin muhtevasına hâkim olduğu tespiti ilk göze çarpan husus olacaktır.

Devlet Görevlisi Mehmet Reşit Bey

2. Meşrutiyet ilan edilip meclis kurulup sürgünlerin dönüşüne izin verilince İstanbul’a dönmüş ve Tabip Yüzbaşılığı bırakarak mülki idare görevlerine talip olmuştur. Başlangıçta Prens Sabahaddin’in grubunda bulunmuş fakat Prens’in azınlıklara bakış açısını beğenmemiş ve istifa etmiştir. O, Prens’in müteşebbis fikirlerinden etkilense de adem-i merkeziyetin devletteki Türk-Müslüman merkeziyetçiliğine ket vurup azınlık isyanlarını ve ecnebi dehaletini tetikleyeceğini savunmaktadır. Ardından İttihat ve Terakki grubuyla anlaşıp kurucularından birisi olduğu teşkilatına geri dönmüştür.

İlkin İstanköy ve sonra Humus’ta idari görevlerde bulunmuştur. Lakin kendisi hakkında sürekli merkeze menfi raporlar ulaştırılmıştır. İdaredeki sertliği, yolsuzluk ve asayiş eksikliğine mahal vermemesi civar idareciler tarafından olumsuz karşılanmıştır. Neredeyse gittiği her makamda ondan önceki idareciye methiyeler düzülüp Dr. Reşit’e şikâyet dilekçeleri biriktirilmiştir. Humus’ta yabancılara toprak satışına karşı çıkması ve böyle bir pazarlığı gördüğü an yetkilerinin de dışına çıkarak sert tedbirler alması “tarafgir” olduğu yönünde meyal ithamlara sebep olmuştur. Onun bu sert tavrı devlet adamları arasında da huzursuzluğa sebep olmuştur. Nitekim Dr. Reşit’in bu sert yapısı yine çağın birikmişliğidir. Gençliği boyunca çıkan her hadisede Abdülhamit’i ve idarecilerini yetersiz, yumuşak tavırlı gören ve buna uzun yıllar maruz kalan milliyetçi bir gencin kendi idareciliği döneminde aynı yumuşaklığı göstermeyeceğini görmek sissiz havada karşı dağları görmek gibidir. Dr. Reşit, gençliğindeki siyasi havadan çeşitli tecrübeler edinip ilkeler biriktirmiştir. Lakin iç siyaset dengeleri sebebiyle hakkında çıkan dedikodulardan ötürü sürekli şehir değiştirmek zorunda kalmıştır. Humus’ta toprak satışına karşı çıktığı için hezeyana tutuşan ahmaklar, bugün engel olunamayan başka satışların acısını çekmektedir.

Lazistan’a atandığında ise aynı ilkeli tavrından ödün vermemiş yalnız bu sefer bir de Pontusçu bölücülerle mücadele etmiştir. Onun aman vermeyen tavrı Süleyman Nazif’in de dikkatini çekmiş ve “kanun adamı Dr. Reşit” efsanesini payitahtta da duyurmasına sebep olmuştur. Özellikle Lazistan’da Jandarma içerisinde yaptığı düzenlemeler ve Pontusçu çetelere yönelik tavrı ile Cihan Harbi’nde bir de Karadeniz cephesinin açılmasını engellemiştir. Müstakil ve sert tavrı ile bilinen Trabzon İttihat Terakki’sinde de gerekli düzenlemeleri yaparak Karesi’ye atandığında arkasında tam teşkilatlı bir Karadeniz yerel yönetimi bırakmıştır.

Karesi’deki idareciliği ise öncekilerden daha başka sınavlar taşımaktadır. Bölgeye atandığında Balkan Harbi’nin nazik durumu halen tazedir. Rumeli’deki Türk efradı vatanlaştırdığı coğrafyasından şiddetli mezalimlerle akın akın Anadolu’ya göç etmektedir. Her vatansever gibi bu durum Dr. Reşit’in de içini ezip yüreğine dokunmaktaydı. Nitekim İttihatçıların orduda ve siyasetteki aciz duruma tahammül etmesi de artık imkansızdı. Bab-ı Ali basılmış ve idare ele alınarak Edirne’yi kurtarma planları yapılmış ve neticede başarılı olunmuştu. Dr. Reşit ise Rumeli muhacirlerinin yerleşimini organize etmekten sorumluydu. Rum ve Bulgarlarla yapılan sert savaşlar, Anadolu’daki gayr-i müslim efradın da çetecilere verdiği destekler bardağı taşıran son noktaydı. Karesi ve İzmir’de gayr-i müslim tasfiyesi başlatıldı. Dönemin İzmir İttihat Terakki Katib-i Mesulü Celal Bayar, aynı programın İzmir’deki uygulayıcısı ve şahididir. Anılarında da tasfiye sürecine ilişkin detaylar vermektedir. Bayar’ın bu süreçteki rolünü tespit için yazıları ve dönemindeki etkisi gözden geçirilmelidir. Celal Bayar, “Turgut Alp” mahlasıyla yazdığı yazılarında “Milli Ekonomi” fikirleriyle Türk devlet adamlarını etkilemiştir. Osmanlıcılığın tamamen iflas ettiği Balkan Harbi itibariyle artık Türk köylüsüne yönelim başlamıştır. Gayr-i müslimlerin şatafatlı ve imtiyazlı yaşantısı, Garp devletlerinin gönderdiği casus ve tercümanlarla olan iletişimleri, şımarıkça devlete kafa tutup daha çok imtiyaz isteyen tavırları bölgedeki idarecileri gittikçe sert ve ketum bir psikolojiye sürüklemiştir. Bölgedeki Bulgar ve Rum efradın ilk mübadili bu dönemdedir. Bir beynelmilel anlaşma çerçevesinde olmasa da Türk’e yönelişin hız kazandığı bu dönemde tasfiyeler süreciyle birlikte Rumeli’den gelen Türk ahaliye toprak ve arsa dağıtımı başlamış böylece Batı Anadolu yerleşimi eskisini de ikiye katlayacak şekilde Türkleştirilmiştir. Bu devlet operasyonunda da iki baş aktörden birisi Celal Bayar birisi Dr. Mehmet Reşit Bey olmuştur.

Demografinin Türkleştirilmesi sürecini takiben ekonomik elitin Türkleştirilmesi süreci de başlamıştır. Bu Osmanlı’nın kuruluş devrindeki iskân politikasından itibaren ilk kez devlet eliyle yapılabilmiştir. İttihatçıların devlet idaresini Bab-ı Ali baskınından sonra ele alışıyla birlikte asli unsur/gayr-i müslimlerin durumu tartışmaları da bitirilmiş ve asli unsurun Türkler olduğu kesinlik kazanmıştır. Nitekim döneme yönelik Merkez Umumi yazışmaları ışığında yapılan çalışmalar, Müslümanların düşük mevkide olmalarına yönelik hezeyanlarla doludur. Böylece Müslüman tüccarlar teşvik edilmeye başlanmıştır.

Karesi’deki bu debdebeli görev yıllarından sonra başka bir nazik bölge olan Diyarbakır’a tayin edilmiştir. Buradaki durumun hassas ve ince bir iplikte oluşu ondan evvelki “Şark Vilayetlerinin Islahatı” sürecinden gelmektedir. Tarihimizdeki ilk çözüm süreci olarak da görülebilir. Mahmut Şevket Paşa ve Said Halim Paşa döneminde ortaya çıkan sorun tamamiyle suni olup garp devletlerinin dayatmasıdır. Rus sefiri, bölgedeki profesör ve gazeteci kılığındaki ajanlar, İngiliz casusları; Kürt ve Ermeni önde gelenlerini günden güne birbirine karşı nefretle dolduruyordu. Van, Bitlis, Diyarbakır’da baskın nüfus olarak öne çıkan Türkmenler ise uzun bir süre gelişen olaylar karşısında sessiz kalmıştır. Bölgedeki espiyonaj ve bölücü faaliyetlerin sonucunda Rus-Alman-İngiliz dayatması bir projeler bütünü ortaya çıkmıştır. Hasıla gelen “Islahat” dayatmasının iki önemli ayağı vardı. Birincisi, Avrupalı devletlerin kendi arasında bir türlü ortak bir mutabakatta anlaşamıyor oluşu diğeri ise Osmanlı devletinin üç devletten biriyle uzlaşma çabasıdır. Almanya, Rusların önerdiği tekliflerin özerkliğe kapı açtığının farkındaydı. Weltpolitik adı verilen doktrin kapsamında 1850’lerden itibaren süren Kafkasya politikasına (enerji kaynakları zemininde) Rusya tarafından ket vurulmaktaydı. Rusya ve İngiltere’nin temel gayesi ise Basra ve Irak hakimiyetinde önemli yer tutan Doğu Anadolu’da nüfuz sahası edinebilmekti. Esasen üç devletin çıkarları doğrudan çatışsa da birbirleriyle uzlaşıp aynı dini paylaştıkları Ermenileri kullanmak Türk ve Müslüman Osmanlı ile uzlaşmaktan daha yeğ durmaktaydı. İşte tam da bu ortamda buradaki sözde ıslahat, gerçekte işgal hedefiyle Rusya’ya tam salahiyet verilmiştir. Avrupalı devletlerin gizli kapılar ardında yaptığı toplantılar sürecinde Osmanlı Meclis-i Mebusanı gizli celselerde bölgenin bayındırlığı, iaşesi ve eğitimi üzerine toplantılar yapmaktadır. Osmanlıların temel gayesi batılıların işgal planlarını bölgeye yapılacak devlet yatırımlarıyla bozmaktı lakin bu çaba yalnızca bir acziyetin göstergesidir. Nitekim bölgeye yapılacak yatırımlar hususunda 2. Abdülhamit, 1890-1900 yıllarında büyük bir ilerleme kaydetmişse de ne Ermeni olayları durmuş ne de Rus istekleri bitmek bilmiştir. Çünkü meselenin özünde insanın refahı değil haçlı zihniyetinin bir yansıması olarak Rus, işgal emelleri yatmaktadır. Osmanlı’nın merkezi bir bölgesinin beynelmilel bir mesele oluşu, Avrupa şehirlerinde üzerinde projeler yapılması da bunun en önemli göstergelerinden birisidir.

Sürecin sonunda devreye sokulan ve Osmanlı devletine imzalatılan Yeniköy Antlaşması’na göre Sivas-Erzurum-Trabzon ve Van-Harput-Diyarbakır iki müfettişliğe ayrılacak, bunların başına Ecnebi idareciler atanacak, resmi daireler ve eğitimde anadil tanınacak, toprak işleri müfettişler tarafından düzenlenecektir. Toprak işlerinin yani tapu ve tahririn ecnebiler tarafından yapılması maddi, dil ve eğitime yönelik “multi” tanımlamalar ise manevi özerklikler tanımaktadır. Bu antlaşma üzerine bölgedeki Vali ve Kaymakamlar (başta Van valisi Tahsin Paşa) bunun bir işgal olduğunu belirterek istifalarını istemiştir. Lakin Osmanlı devletinin iç planı, tarihin akış seyrinden anladığımıza göre başkadır. Antlaşmaya yönelik görüşmeler 1913 yılının Ocak ayında başlamış, antlaşma Şubat 1914’te imzalanmıştır, valilerin istifaları kabul edilmeyerek müfettişleri oyalama süreci başlatılmıştır. Nitekim Ağustos ayında da savaşa girilerek antlaşma hükümsüz bırakılmıştır. Geçen bir yıllık sürede Rusya ve Almanya’nın çıkar çatışması, Weltpolitik’in sürüncemeye girmesi, Avrupa’daki hizipleşmeyi artırmış ve savaşı da yakınlaştırmıştır. Böylece Avrupa’nın yalnız ve hasta adamı Osmanlı, en azından Almanya ve Avusturya ile ittifak kurma şansını yakalayarak İngiliz ve Rus tahakkümüne karşı elini güçlendirmiştir.

 

Ağustos ayında savaş başladığında nazik ve hassas Doğu Anadolu’da en büyük iş valilere ve İttihat Terakki şubelerine düşmekteydi. Dr. Reşit Paşa’nın buradaki ilk mücadelesi ise aşiret yapısı ve şeyhlik müessesi üzerine olmuştur. Bunun en büyük sebebi bölgedeki Kürtleri Osmanlı safına çekerek aşiret reislerinin başına buyruk tercihlerinden sıyrılmalarını sağlamaktı. Müesses nizamın vatandaşı sömürüp köleleştirdiğini öne sürmüşse de uzun vadede bölgede başlayan Ermeni terörü ve Kürt vatandaşlara yönelik kışkırtmalar sebebiyle öncelikli husus Ermeniler olacak ve Kürtler üzerine planlanan toplum reformu ertelenmek zorunda kalacaktır. 1915-1916 yıllarında Kafkasya cephesindeki hareketlilik üzerine Rusların verdiği emirle faaliyetine hız kazandıran Hınçak ve Taşnakların karşısında mücadele eden Dr. Reşit, ev aramaları ve toplantı baskınları ile Ermenilerin planlarını ve stoklarındaki silahları ele geçirmeyi başarmıştır. Savaştan önce Hınçak’ın sivillere silah dağıttığını öne sürmüştür. Not defterlerindeki kayıtlara göre kendisi Diyarbakır’a geldiğinde yürütmenin büyük kısmının Ermenilere bırakıldığını, Ermenilerin Türklere “artık biz hâkim siz mahkumsunuz” dediklerini, topyekûn bir hazırlığa giriştiklerini kaydetmiştir. Sevk ve İskân kanunun çıkışıyla birlikte, başlayan tehcir sürecinde yaklaşık 120.000 Ermeni’yi Suriye’ye tehcir ettiğini kaydetmiştir. Batılı bir casus olduğu bilinen Floyd Smith, evlerde çıkan silahların masumane birer savunma aracı olduğunu, tehcire karşı çıkan Lice kaymakamının ortadan kaldırıldığını, Amerikan misyonun bölgeye barış getirdiğini, Reşit Paşa’nın sosyal darwinist eylemlerde bulunduğu vs. birçok ithamda bulunmuştur. Başta devlet görevlisi olarak tarafsız raporlar yazdığı öne sürülse de ele geçirilen bir Taşnak üyesinin kendisini fişlemesi sonucunda ülkeden ayrılmak zorunda kalmıştır. Böylece Amerikan-Ermeni ilişkilerindeki dostane hava da ifşaata ermiştir.

Dr. Reşit, İstanbul’a dönüp tehcirle ilgili bilgi verirken bir dost ortamında Mithat Bleda, ona bu yaşanan sertliğinin sebebini sormuş ve başka bir çare olup olamayacağını irdelemiştir. Dr. Reşit ise “Ermeniler bizi kaldırmayı kafaya koymuştu ya onlar bizi ya biz onları, benim yerimde olsaydınız yaşananları görseydiniz daha fenası olurdu.” Demiştir. Reşit Paşa’nın “yaşananları görseydiniz”’den kastı; basılan Türk köyleri, Akdamar adasındaki katliam ve tecavüzlerin muadili terör eylemleri… olduğu çok sonraları araştırmalar kapsamında ortaya çıkarılmıştır. Dr. Reşit ve Van valisi Tahsin Paşa’nın terör ve işgal ordularına karşı gösterdiği büyük mücadele neticesinde Anadolu Türklüğü baki kalabilmiştir.

Savaştan sonra başlayan topyekûn İttihatçı avlamasında ilk tutuklanan yine Dr. Reşit olmuştur. Anadolu’yu işgal ettirmemenin, zulme karşı mukavemet göstermenin ve savaşı uzatıp Rusya’daki ihtilali tetiklemenin faturası; vatansever İttihatçılara İngiliz eliyle, Damat Ferit yaptırımlarıyla uygulanmıştır. Malum mütareke dönemi tarihimizdeki öyle rezil bir dönemdir ki Bleda’nın hatıratından öğrendiğimiz üzere İstanbul’da yeni hükümete ve İngilizlere yaranmaya çalışan vatan hainleri, İttihatçıları jurnalliyor ve hatta hiç yaşanmamış menfi hadiselerle itham ederek kendilerini İngiliz subayların gözüne sokmaya çalışıyorlardı. Bu süreçte kızlarını subaylarla evlendirmeye çalışanlar, evlerinde subaylara partiler verenler de hiç azımsanmayacak kadar çoktur. (Bu hususta okurlara önerilebilecek en önemli eser şüphesiz Sodom ve Gomore’dir.)

İşte bu kara dönemde ismi küfür cismi küfür bir vatan haini olan Nemrut Paşa -İstiklal Harbi başarılı olunca Irak’a kaçarak Kürtçü mücadeleye girişmiştir- mahkemeleri ortaya çıkmış ve birçok vatansever İttihatçı ’ya idam fermanı verilmiştir. Vatanın en namuslu ve şerefli evlatları Kürtçü bir fikri yapıya sahip olan içten pazarlıklı bir vatan hainine yargılatılmıştır. Mithat Şükrü Bleda, bu dönemden bahsederken cümlelerinde barındırdığı büyük bir hüzün ve hayal kırıklığı ile mahkemelerin İngiliz zorlamasıyla hızlandırılmasını, takınılan rövanşist tutumu, hain Ferit idaresinin İngilizlerle iyi geçinmek için efendilerine gösterdiği hürmet ve hidameti gözler önüne sermektedir.

Dr. Reşit, mahkemelerin sonunda idam edileceğini anladığında mahpus olduğu Bekirağa Bölüğü’nden kaçarak son kez ailesini görmeyi arzu etmiştir. Yazdığı “mülahazat” eseriyle fikirlerini çok sevdiği milletine arz etmiştir.

            “Bir de meselenin müsebbibi Ermenilere karşı bir şey yapılmıyor ve yapılmayacak. İslam kanı helal. Ermenilerin öldürdükleri kâfi değil. Şimdi mahkeme-i örfiye ile en münevver Müslümanları mahvetmek istiyorlar. Hükûmet yok. Millet yok. Avrupa’nın istilası gittikçe şiddet buluyor. Artık bu şerait dâhilinde kimden adalet beklenilir? Kaçtım. Tutulur ve bulunursam ölmek ve teslim olmamak fikriyle kaçtım. Bu namussuz muhitte, Bu edepsiz ve deni hükûmetin idaresinde, bu rezil gazetecilerin avavelerini işiterek ve memleketin her gün istilaya uğradığını ve milletin hakaret gördüğünü görerek yaşamaktan ise ölmek herhâlde daha iyidir. Hayatımı bu vatana ve bu millete vakfetmiş ve bugüne kadar hiçbir fedakârlıktan çekinmemiştim. Fakat kim takdir etti. Takdirden vazgeçtim. Aleyhimde edepsizce dedikodu yaptılar. Ermeni meselesinde benim ne kadar vazife-i vataniyemi ifa ettiğim meydanda iken yüz binlerce lira çaldı, yedi gibi hezeyanlarla namusuma dokundular. Ailem bana muhtaç ve ben bir felakete uğrayacak olsam sefalete düşecek ve kimseden muavenet görmeyecek. Hâlbuki ben ailemi ihmal ederek vücudumu ve hayatımı bu memlekete vakfetmiştim. Lanet olsun bu nankörlere. “

Ardından peşine düşen polislere yakalanacağını anlamış ve hayatına son vermiştir. 1928 yılında Maliye Bakanlığı’nın teklifi ve Mustafa Kemal Atatürk’ün olurlarıyla Kadıköy/Rasimpaşa’da bir emval-i metruke aileye bırakılmış ve maaş bağlanarak vatana hizmetin karşılığı bir nebze olsun ödenmeye çalışılmıştır. Aynı şekilde mensup oldukları “Haniko” ailesinden mütevellit Atatürk tarafından aileye “Şahingiray” soyadı verilmiştir. Hizmetleri karşısında ödenmez borçların hırkalarını sırtımıza giyip aziz ruhlarını rahatlatmak gayesiyle elimizden geleni yapmak da biz Türk evlatlarının en onurlu yükümlülüğüdür. Vatana ve dinimize bulundukları mukaddes hizmetler hatrımızda baki kalacaktır. Ruhu şad mekânı cennet olsun…

 

 

Dosyalar