Laikliğin Kökeni Üzerine Kısa Bir Çalışma

Laikliğin Kökeni Üzerine Kısa Bir Çalışma

Giriş: 
     Laiklik ile ilgili sıklıkla dile getirilen bir iddia var. Deniyor ki; “Laiklik Batı kültüründen 
gelmiştir! Biz laikliği Fransızlardan aldık!”. Bu söylem yüzeysel olarak doğru denilebilir, 
fakat derinlemesine baktığımız zaman yanlıştır. Bu yazımızda hem Fransız kaynaklardan hem 
de Türk kaynaklardan yararlanarak; Laikliğin esasen Batı’dan değil, Türklerden geldiğinden 
bahsedeceğiz.   
     Laikliğin kökenine geçmeden önce Atatürk ilkelerindeki laikliğin veya başka bir tabir ile 
Kemalist laikliğin ne olduğundan biraz bahsedelim. En basit tanımı ile din ve devlet işlerinin 
birbirinden ayrı olması, din ile idari işlerin ayrılması anlamına gelen bu ilkede din yok 
sayılmaz ve din karşıtlığı olmaz. Merhum Ahmet Taner Kışlalı der ki; “Laiklik, dini devre dışı 
bırakmak anlamına gelmez; din adına baskı yapmak, zor kullanmak isteyenleri devre dışı 
bırakmak anlamına gelir”[1]. Atatürk’ün çoğunu kendi el yazısı ile yazdığı, geri kalanını ise 
yazdırdığı ve okullarda okutturduğu “Medeni Bilgiler” isimli kitapta laiklik şu şekilde 
tanımlanır: “Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dini yoktur. Devlet idaresinde bütün kanunlar, 
nizamlar ilmin muasır medeniyete temin ettiği esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre ve 
tatbik edilir”[2]. Aynı kitapta Türkiye Cumhuriyeti “müstakil bir müslüman devlet” olarak 
tanımlanır[3]. Laik bir devlette dine dayalı bir yönetim yani teokrasi olmaz. “Din devleti” 
kavramı laikliğe aykırıdır, fakat laik bir devlet dini yok sayan bir devlette değildir.  
Fransız Kaynaklarda Laikliğin kökeni: 
     İlk önce Fransa’dan alındığı iddia edilen laiklik için Fransız kaynakları ne diyor ona 
bakalım. Bu noktada dünyanın önde gelen Türkologlarından biri Fransız Türkolog Joseph de 
Guignes’in ilk defa 1756 ve 1758 yılları arasında 3 cilt olarak basılan kitabında verilen 
bilgiler çok önemlidir. Guignes, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in 1055 yılında Bağdat’a girerek 
Abbasi Halifesini siyasi yetkilerinden tamamen arındırdığını ve yönetimi fiilen devraldığını 
aktarır. Halife, Tuğrul Bey’e doğu ve batının hükümdarı unvanını vermiş, iki altın kılıçla 
yetkisini sembolik olarak devretmiş, Tuğrul Bey de Halife'nin elini öperek sadece manevi bir 
bağlılık göstermiştir[4]. Bu kitap akademik bir kitap olduğundan dolayı döneminde ağırlıklı 
olarak aydın çevreyi etkilemiştir. Voltaire de bu kitaptan etkilenenler arasındadır. Fransız 
devriminin en önemli fikir babalarından olan Voltaire kitaba atıfta bulunarak Selçuklu Sultanı 
Tuğrul Bey’in, halifenin siyasi yetkilerini elinden aldığını ve ona sadece sıradan bir camii 
imamı gibi rol bıraktığını aktarır[5]. Bu iki kaynağı da göz önüne aldığımız takdirde 
anlıyoruz ki; “Fransa’dan” alındığı iddia edilen laikliğin köklerinin Selçuklulara dayandığını 
Fransızlar kendileri söylüyor.  
     Fransızların meşhur büyük lügat ve ansiklopedi külliyatı Meydan Larousse ise farklı bir 
şekilde Selçuklulardaki din devlet işi ayrımından bahseder. Anlatılana göre Selçukluların adli 
teşkilatında hem şer’i hem de örfî mahkemeler vardır. Fakat önemli nokta şudur ki; devlet 
idaresi ile ilgili davalara, siyasi davalara ve devlete karşı gelme gibi davalara örfi mahkemeler 
bakmaktadır, şer’i mahkemeler değil[6].  
Türk Kaynaklarda Laikliğin kökeni:  
     Laikliğin en basit anlamının din ve devlet işlerinin ayrı olması demek olduğundan 
bahsetmiştik. Türkiye’de Selçuklu tarihçiliğinin duayenlerinden olan merhum Prof. Dr. 
Mehmet Altay Köymen laiklik ilkesinin köklerinin Selçuklulara dayandığını şöyle açıklar: 
“Emirü’l-ümerâlar ve Büveyh Oğulları, (Selçuklular Büveyh Oğulları hanedanını ortadan 
kaldırmıştır) halifeliği tahakkümleri altına almalarına rağmen, bu müessesenin ikili vasfı yani 
islamın hem dini hem dünyevi emiri olması nazari bakımdan devam etmiştir. Ayrıca 
göreceğimiz gibi ilk defa Selçuklular zamanında halife dünyevi salahiyetlerini bir anlaşma ile 
Selçuklulara devretmiştir. Bu itibarla bu hadise din ve dünya işlerinin ayrılmış olması 
bakımından İslam tarihinde bir dönüm noktasıdır”[7]. Selçuklu tarihçiliğinin ülkemizdeki 
diğer önde gelen isimlerinden olan merhum Osman Turan da din ve dünya işlerinin ayrı 
olmasından bahsetmiştir. “Selçuklu devletinin kuruluşundan sonra şeriatın ve İslam 
dünyasının mânevî reisi olarak kabul ettiği halife yanında, bir de sultan meydana çıkmış ve 
yüksek hakimiyet bu iki makam arasında taksim olunmuştur. Filhakika din işleri halifeye, 
dünya işleri de sultana intikal etmiştir. Böylece dini ve manevi bakımdan sultan nasıl halifeye 
bağlı idiyse, siyasi bakımdan halife de sultana bağlı bulunuyordu”[8]. Selçuklularda din ve 
dünya işlerinin ayrımına dikkat çeken bir diğer önde gelen Selçuklu tarihçisi ise Prof. Dr. 
İbrahim Kafesoğlu’dur. Kafesoğlu “mevcut din ve dünya işlerini birbirinden ayrıma” 
prensibinin Türk tarihinde daha önce de uygulandığını, fakat İslam dünyasında Selçuklularla 
birlikte ortaya çıkan bir devlet anlayışı ve devletin yükselmesini sağlayan başlıca etkenlerden 
olduğunu anlatır. Türk-İslam tarihinde bir dönüm noktası ve yeni bir devlet nizamı olan bu 
durum Selçuklularda Tuğrul Bey’in uygulamaları ile din ve dünya işlerinin ayrılması (laiklik) 
prensibi uygulanmaya başlanmıştır[9].  
     Selçuklu sultanı Tuğrul Bey’in bu laik uygulamalarına başka önemli kaynaklarda da 
rastlayabiliyoruz. Bunlardan bir tanesi Türk Tarihçiliğinin piri sayılan ve profesörlerin hocası 
(Ordinaryüs) unvanına sahip Zeki Velidi Togan hocadır. Kendisi, sultan Tuğrul’un din ile 
dünyevi işi ayırarak “İslam alemine yeni bir devlet nizamı” getirdiğini aktarır[10]. Türk 
Tarihi üzerine pek çok akademik eser kaleme almış Yılmaz Öztuna da bu durumdan 
bahsetmektedir. Öztuna’nın anlatımına göre Miladi 15 Aralık 1055 tarihinde Halife dünyevi 
işleri Tuğrul Bey’e devretmiştir; kendisi ise sadece Müslümanların ruhani lideri olarak 
kalmıştır[11].  
     En önemli özelliği Laiklik olan Türk Medeni Kanun’un gerekçesini yazan eski adliye 
vekili Hukukçu ve hukuk tarihi alanında oldukça bilgili olan Mahmut Esat Bozkurt da “İslam 
tarihinden misaller vererek laik devletin doğuşunun Türklerden başladığını” anlatmıştır[12]
Atatürk döneminde liselerde okutulan tarih kitaplarında da laiklik ilkesinin eski Türklere 
dayandığından bahsedilmiştir[13]. Yukarıda bahsetmiş olduğumuz Joseph de Guignes’in 
kitabından etkilenenler arasında Atatürk’te vardır. De Guignes, Tuğrul Bey’in laik uygulaması 
konusunda Atatürk’ü etkilemiştir ve Atatürk kendi el yazılarında Tuğrul Bey’in laik 
uygulamalarından bahsetmiştir. “Tuğrul zamanında İslam âleminin idaresi resmen Türklere 
verilmiş oluyordu. Bütün Müslüman dünyası bir kül(l) kabul olunuyordu. Tuğrul, dinî riyaseti 
kabul etmedi. Laik bir devlet reisi kalmayı tercih etti. Unvanı Sultan-ı İslam oldu; dinî 
riyasette Halifeyi bıraktı”[14].  
Sonuç:  
     Sonuç olarak söyleyebiliriz ki Laiklik ilkesinin kökleri eski türklere, hatta ve Müslüman 
Türk devletlerinden biri olan Selçuklulara dayanıyor. Türk devriminin öncüsü olan Atatürk 
dahi kendi el yazılarında bunu belirtiyor. Bu ise şu anlama gelir. Laikliğin Fransa’dan alındığı 
iddiasına en baştan Atatürk’te karşı çıkıyor. Çıkarılan bir diğer önemli sonuç ise laikliğin 
Fransa’dan alındığı iddiasını Fransızların kendileri, Fransız devriminin fikir babası bile 
reddediyor. Bu durumda hala laikliğin Fransızlardan geldiğini iddia etmek Tarih 
Metodolojisinde hata yapmak anlamına gelmez mi?  
     Son olarak birkaç destekleyici kaynaktan bahsederek yazıyı sonlandıracağım. Türk 
Tarihçiliğinin en önde gelen isimlerinden Ord. Prof. Dr. Mehmed Fuat Köprülü, Tuğrul Bey 
devrinde halifenin devlet idaresinden soyutlanmasından, Selçukluların “yargıda laiklik” 
uygulamasından bahsetmiştir[15]. Yukarıdaki sonucumuzu destekleyen başka bir ifade Prof. 
Dr. Mehmet Saray’ın “Lâik düşünce tarzı, yani din işleri ile devlet işlerinin ayrı tutulması 
fikri, diğer bir ifadeyle başkalarının inancına saygı gösterilmesi konusu tarihimizin ilk 
devirlerinden itibaren Türk insanının hayatında açık bir şekilde görülmüştür.” İfadesidir[16].  
Kaynaklar: 
[1] Ahmet Taner Kışlalı, Kemalizm Laiklik ve Demokrasi, Kırmızı Kedi Yayınevi, s.163 
[2] Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, Cilt1, Devlet Matbaası, İstanbul 1933, s.74 
[3] A.g.e, s.131  
[4] Joseph de Guignes, Histoire Générale Des Huns, Cilt2, Paris, Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi, s.197-198 
[5] Œuvres Complètes de Voltaire, Cilt16, Paris, 1879, s.151 
[6] Meydan Larousse Ansiklopedisi, Cilt11, İstanbul 1973, s.146; bunun benzerinden Prof. Dr. Erdoğan 
Merçil’de bahsetmektedir. Bkz. Erdoğan Merçil, Büyük Selçuklu Devleti, Bilge Kültür Sanat Yayın, s.138  
[7] Mehmet Altay Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, TTK Basımevi, Ankara 1989, s.10-11  
[8] Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve İslam Medeniyeti, Ötüken Neşriyat, s.307   
[9] İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1972, s.123-124 
[10] Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İş Bankası Kültür Yayınları, 2.bas., s.280 
[11] Yılmaz Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, Cilt1, 3.bas., Kültür Bakanlığı Yayınları, s.478 
[12] Mahmut Esat Bozkurt, “Türklerde Laik Devlet Turanilerden Başlar”, Kurun, 1 Mart 1935, s.4 
[13] Tarih IV Türkiye Cumhuriyeti, Devlet Matbaası, İstanbul 1931, s.203 
[14] Genelkurmay, Atatürk'ün Türk Tarihi Yazıları, s.11-12; Ayrıca Bkz. ATATÜRK Kol. Kls. Nu.:11, Dosya 
Nu.:232, Fihrist Nu.:1-15   
[15] Mehmed Fuat Köprülü, “Ortazaman Türk Hukuki Müesseseleri”, TTK Belleten, Cilt2, Ocak 1938, s.39-72  
[16] Mehmet Saray, “Türk İdare Sisteminin Temel Prensipleri ve Türklerin Dine Bakışı”, Atatürk Araştırma 
Merkezi, Atatürk’ün İslama Bakışı: Belgeler ve Görüşler, s.1

Dosyalar