İttihat ve Terakki'de Milliyetçilik ve Türkçülük
19. milliyetçilik yüzyılından, 20. yüzyıla girildiği halde Osmanlı İmparatorluğu’ndaki çeşitli unsurların “milli” ideolojileri yanında, Türkler en sona kalmıştır. Panislavizm, Panhelenizm, Pancermenizim, Siyonizm ve türlü akımlar milliyetçi oluşları desteklerken Türkler Ziya Gökalp’in deyimiyle “Osmanlı bayrağı altında şuursuz bir hayat” geçirmekteydiler (Tarık Zafer Tunaya, İslâmcılık Cerayanı; İslâm Mecmuası, 1320, sayı 8, 9, 11, 12). O kadar ki milli marşları bile yoktu. 1908 Temmuz’unda Hürriyet’in İlanı’nı Fransız Millî Marşı’nı (Marsailles) çalarak Selanik’te kutlamışlardı. Ve hâlâ 1789’da idiler. Ama Fransız İhtilâli’nin ilan ettiği ihtilallerin alfabesi olan ilkeler yine de Türklerin hayatına girmiş değildi. Oysa Balkanlarda durum farklıydı. Balkanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun yumuşak karnıydı. Batı’ya karşı açık ve fazlasıyla konukseverdi. O kadar ki sırf “Türkokrasi” dedileri Osmanlı yönetiminden kurtulmak için Batı’nın emperyalizmine razı olabiliyorlardı. Osmanlılık çatısı onları hiçbir suretle tatmin etmemiştir. Büyük devletlere sığınarak Avrupa kamuoyunu önce Bulgarlar sonra da Yunanlılar sömürmekteydiler. Batı edebiyatı da bu konuda yazılan şiirler, kitaplar ya da tek yönlü tarih öğretileri yorumlarıyla doluydu.
Meşrutiyeti ikinci kez ilan ettikleri halde Türkler “Osmanlıcılık” fikrine yapışıp kalmışlardır. Kimseyi tatmin etmeyen Osmanlıcılık milli bir ideal olacak güçte ve nitelikte değildi. Osmanlılar “hâkimiyet-i siyasiye” yoluyla kendilerine bağlı sandıkları milletleri çoktan kaybetmişlerdi. Ama yine de ısrarla bu ilkeye bağlıydılar. Kapitülasyonların yanında bu da ayrı bir baskı sistemi kuruyordu.
Bu bağ Balkan Harbi’yle koptu. İttihat ve Terakki’nin “Türkçülük” akımı bu savaşın dumanları içinde sanki fışkırdı. “Ben varım!” diyemeyen Türkler bu sözleri Balkan Harbi sonunda söyleyebildiler ve milletleşme platformuna erişebildiler. Milliyetçilik akımı artık bir iç dinamik niteliği kazanmıştı. Balkan Harbi’nin Türk milliyetçiliğine etkisi Türkçüler tarafından olumlu bir gelişme olarak karşılanmıştır. İttihat ve Terakki ile muhaliflerinin geçiçi de olsa milliyetçi bir uyanış çevresinde birleşme tecrübesi Müdafaâ-i Milliye Cemiyeti’nin kurulmasında görülmüştür. Kısa sürmekle beraber, Balkan Harbi, Gökalp’in deyimiyle, bir milli mefkûre’nin (ulusal ideal) somutlaşma koşullarını hazırlamıştır ve ülkenin Türk aydınlarını adeta oy birliğine yaklaştırmıştır. Çünkü Trablusgarp Savaşı’nın bittiği anda büyük devletlerin de yardımıyla Balkanların Türklere saldırması Ehl-i Salip (Haçlılar) ruhunun 20. Yüzyıl başındaki ortaya çıkışı sayılmıştır. Fakat fikir akımları arasında milliyetçiliği en fazla geliştiren ve iktidar partisinin ideolojisi yapan İttihatçılar olmuştur.
Milliyetçilik İttihatçı anlam ve yorumuyla Türkçülük adını alacaktır ve muhalifleri bu anlayışta Ziya Gökalp’ten ve onun yorumlarından milliyetçiliği ayırmaya çalışacaklardır. Fakat İttihatçı Türkçülük cereyanını bu fikir karışıklıklarından ve kavram kargaşasından Ziya Gökalp Bey kurtarmak isteyecektir. Öteki yorumların tersine Durkheim sosyolojisi’nin uyarlamaları ön plana geçirilecektir ve gelişmelerin hareket noktası olacaktır. Türkçülük’ten başka hiçbir fikir akımında bir “ideolog üstad”ın var olduğu söylenemez.
Aslında, imparatorluk ülkesinde çeşitli milliyetçilik akımları, sürekli çatışma halindeydiler. Bunlar arasında, Türkçülük bütün şimşekleri üzerine çekmiştir ve “Jön Türklerin zoraki Türkleştirme” politikası tüm eleştirilerin hedefi olacaktır.
Osmanlı yönetiminin (İTC) bu milliyetçiliği (Türkçü) görünümü başta Araplar olmak üzere büyük tepki ile karşılanmıştır. Aynı zamanda, İngilizlerce Araplar’ın Türklere karşı kışkırtma aracı olarak kullandığı da açıktır. Balkanların durumu zaten bellidir. 1908’in 23 Temmuz’unun birkaç gün sonrasında Bulgaristan, Bosna-Hersek ayrılmaları, kutlama şenliklerine matem serpintileri getirmiştir.
Osmanlılık’tan hoşnut olmayan Yunan ve Bulgar mebuslar gibi Balkanlı siyaset adamları (Ermeni mebusların da desteğiyle) milli bir muhalefetin ayrılıkçı tutumlarını ülke içinde sürdürmüşlerdir. Parlamentoda Türkçe konuşan Rum mebuslar Atina mitinglerinde Yunanlı oluyorlardı ve örneğin İzmir Mebusu Kaloridi Efendi Atina Üniversitesi’nde tarih dersleri veriyordu. İttihat ve Terakki’nin Türkçülüğü’ne ve Turancılığı’na karşı yerel milliyetçi akımlar da koşut bir yol izlemişlerdi. Milliyetçi akımlar arasında bir çatışma 1908 hareketiyle beraber çıkmıştır. En azından Meşrutiyet’in ilk seçiminde Rumların ve Ermenilerin etnik temsil diyebileceğimiz savları bu durumun kanıtıdır.
Bu çatışma Batılı tarihçilerce yakından izleniyor ve Türkler aleyhinde yorumları ortaya çıkarıyordu. Bu noktada eklenecek bir özelliği göz ardı etmemek gerekir. Parlamento ile parlamento dışı milliyetçilik tutumları aynı nitelikte değildir. Çokuluslu bir parlamentoda milliyetçi eleştiriler ve hücumlar genellikle Türklerden gelmemiştir. Balkanlılar bu konuda şampiyondur. Parlamento dışında ise her türüyle siyasal, ekonamik, sosyal alanda Türk milliyetçiliği yayınların konusu olmuştur. Millî iktisat, milli coğrafya, milli tarih, milli edebiyat, milli müzecilik, milli filmcilik gibi müesseselerin kuruluşları her fırsatta müjdelenmektedir. Bu bakımdan parlamento dışı yayınlar bu akımın gelişmesinde çok daha büyük rol oynamışlardır
Parlamentodaki oluşlarda iki sorunu belirtmek gerekir. İlk olarak 1912’ye değin çoğulcu yapılı bir parlamentoda çatışmalar daha açıktır, daha normal ve çeşitli olarak ileri sürülmüşlerdir. 1912’den sonra 1914’te başlayan üçüncü dönem meclislerinde tek parti rejimi gereği, milliyetçi muhalefetin ortaya çıkması daha değişik olmuştur. İkinci sorun, Milliyetçilik akımının devreye girmesi Âyan’da Mebusan’dan daha erken ortaya çıkmıştır. Mebusan’da ise bu konu Mütarekeyi (1918) beklemek gerekecektir.
“Yorgiyadis Efendi sorunu” heyecansız ve yaşlı Âyan’da, durgun denizde bir fırtına benzerliği göstermiştir (MACZ, D. II, Sİ 2, 17- 18-19-25. İçtimalar, s. 171-301). 28 Haziran 1914 günü ilk kez Aydın Millî Bankası’nın kuruluşuna ilişkin bir tasarı Âyan’ın gündeminde yer almıştır (Aydın Millî Bankası hisse senetlerinin 25.000 liralığının Ziraat Bankası’nca satın alınmasına dair Maliye encümeni mazbatası okunmuştur). İlk anda sorun önemsenmez. Fakat kendi deyimiyle “elli yıla yakın Osmanlı Devleti’nin hizmetinde çalışmış olan” Yorgiyadis Efendi sorunu bu kadar basit bulmaz, önce hukuki bakımdan eleştiriye geçer:
Bir kez ortada somut bir olay yoktur. Aydın Millî Bankası henüz kuruluş halindedir. Ziraatte çalışan insanların parasıyla kurulmuş, bir devlet kurumu olmayan Ziraat Bankası’nın parası ortada görülmeyen bir kurum için sarf edilemez. Bu, görülmemiş bir şeydir. Böyle bir yasa tasarısının “reddi değil atılması” gerekir. “Bu tür tasarılar kabul edilemez.” Bu sözler üyeleri Yorgiyadis Efendi’ye karşı sert eleştirilere götürmez. Tartışma teknik planda cereyan eder ve çağrılmış bir memurun açıklamaları da dinlenir. İttihatçı üyeler tasarıyı överek onun bir hayır maksadına dayandığını ve Ege halkının başarısı olduğunu savunurlar. Onlar bunun hayırlı ve milli bir eser olduğunu ileri sürerler ve de yardım yapılmadığı takdirde bankanın kurulamayacağını sözlerine eklerler. Aslında banka kurucularının hemen tümü İttihat ve Terakki’ye kayıtlı kişilerdir ve içlerinde muhalif partilerin mensupları yoktur ve hiçbir gayri-müslim ismine de rastlanmaz (Gündüz Ökçün, 1909-1930 Yılları Arasında Anonim Şirket Olarak Kurulan Bankalar, s. 421; Zafer Toprak, Türkiye’de Milli İktisat, s. 159).
Yorgiyadis Efendi yeniden devreye girerek iddialarını kesinleştirir. Ona göre ortada halkın güvenini kazanmış bir kurum yoktur. Bu müessese gerçek bir banka değildi. Kurulmamıştı, kurulamazdı. Hükûmet başka bir kanun tasarısı önererek bunun kurulmasını isteyebilirdi. Bu tartışmalar sonunda tasarı Âyan’da kabul edilmiştir.
Ertesi celsede (30 Haziran 1914) fırtına ve tartışmalar gazetelerin olaya el koymalarıyla başlamıştır. Bu olaydan önce de Donanma Cemiyeti’’ne bırakılan bir maaş hakkındaki kanun tasarısına da muhalefet etmiş olan Yorgiyadis Efendi basında bir Yunan milliyetçisi olarak kamuoyuna tanıtılmıştı. Yunus Nadi Bey başta olmak üzere gazeteler olayı Yorgiyadis Efendi’yi çok ağır şekilde suçlayarak yansıtmışlardır. Yunus Nadi Bey’in “Hezeyan Hezeyan üstüne” başlıklı başyazısında: “… Yorgiyadis Efendi’nin olamaz olmayacaktır hükümleri ile bu türlü milli müesseselerin olmaması arzularını izhar etmekten başka bir şey yapamadığı meydanda değil midir?” (Tavir-i Efkâr, 15 Temmuz 1941). Bu yazı Osmanlı İmparatorluğu’nda yeni ve tamamen milliyetçi olarak gelişen bir akımın simgesiydi ve bu akım hızla iktisadilik kazanmaktaydı.
Celse açılınca Reis Rıfat Bey sorunu yinelemiş ve Âyan Meclisi için onur meselesi saymıştır. Yorgiyadis Efendi’nin bu sözleri karşısında dahili nizamname gereğince harekete geçilmesi kararlaştırılmıştır. Fakat Yorgiyadis Efendi bu birleşimde bulunmamıştır. Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın ısrarla üzerinde durduğu öneriyle, Yorgiyadis Efendi’nin savunmasına ve kendisine haber verilmesine karar verilmiştir. Üçüncü celsede (1 Temmuz 1914) rüzgarlar daha şiddetle esmiştir. Yorgiyadis Efendi’den savunmasını yapması istenilmiştir. O da sözlerini yinelemiş ve bu sözlerin özür dileme olarak kabul edilip edilmemesini Meclis’e bırakmıştır. Bunun üzerine reis bunun hakaret olduğunu oya koymuş ve dahili nizamname gereğince umumi heyetin kararıyla Yorgiyadis Efendi’ye takbih ve ihraç cezası (Kınama ve Meclis’ten çıkarma) verilmiştir. Bundan sonra söz istemesine rağmen bu isteği reddedilmiş ve reisin sert bir şekilde “Dışarı çıkınız!” sözüyle dışarıya çıkarılmıştır.
Son perde yirmi beşinci içtimada inmiştir (8 Temmuz 1914). Yorgiyadis Efendi ancak ikinci celsede söz alabilmiş ve içini dökme fırsatını bulmuştur. Açıklamalarında imzasız tehdit mektupları aldığını, basında hakaret dolu yazılar yayınlandığını ve hele “Sizin burada işiniz yoktur. Burası Türkiye’dir, Yunanistan’a gidiniz” gibi ibareler bulunan bu yayınların kendisini çok müteessir ettiğini fakat bunlardan korkmadığını da söylemiştir. Gönderilen mektuba imzasız olması nedeniyle önem verilmemiş ve bu konuda Meclis’çe hiçbir işlem yapılmamıştır.
Fakat mektupta Rum milletine hakaret iddiası üzerine, bu sefer de Mavrokordato Efendi Rumlar aleyhine bir cereyandan söz etmiş, Aristidi Paşa’da bu gibi cereyanlar yaratılmasının doğru olmadığını söylemiştir. Böylece son perde inmeden Yorgiyadis Efendi sorununda, milliyetçilik cereyanlarının en ağır başlılar meclisinde nasıl saptandığı ortaya çıkmıştır. Âyan’ın 1915 ikinci dönemi açılırken reis bazı üyelerin, bu arada Yorgiyadis Efendi’nin de ölümü bildirilecektir. Milliyetçilik akımının gelişme süreci içinde “Yorgiyadis Efendi olayı” bir buzdağının deniz üzerinde görünen kısmı gibi dikkati çekmektedir.
Balkan Harbi döneminin koşulları içinde milliyetçiliğin ideolojik işlevi özellikle İttihatçılar tarafından bir imparatorluğu yıkılmaktan kurtaracak kadar güçlü ve etkin bir tedbir olarak görülmüştür. Burada Ziya Gökalp Bey’in önerdiği model ile karşılaşılacaktır. Merkez-i Umumi’den topluma doğru baktığı zaman içinden çıkılmaz bir kargaşayı nasıl birleştirici bir inanç sistemi ile kurtarabileceğini araştırması onun fikir planından eylem planına doğru itecektir. O da buna hazırdır.
İlk önerisi, imparatorluğun içindeki Türklerden başka toplumları millet yapan ne varsa onları Türklere de kazandırmak olacaktır. Hüzünlü tablosuyla “Osmanlı ülkesinde şuursuz bir hayat geçiren Türkleri” kurtarmak yolunda hareket noktası budur. Bu andan itibaren İttihatçı yöntemi Ziya Gökalp Bey “Türkleştirecektir”. Birinci dönemde Osmanlı Türkleri kalkındırılacaktır. İkinci dönemde yitirilen Rumeli’den ve yitirilecek Arap vilayetlerinden sonra “irredenta” politikasıyla Anadolu’nun kuzeyi ve doğusundan itibaren gidilebilecek her yere, Hazar ötelerine kadar Türkçülük fikrinin sonuçlarına varılacaktır. Turan böyle doğacaktır.
İttihatçı anlamıyla Türkleşmek, içinde bulunulan yüzyılın tabiatından doğmaktır. Kısaca millet tabii ve gerçek bir olgudur. Bunun için de şuursuz bir kalabalık hayatını milli bir şuura sahip kılmak ve Türklerin millet halinde birleşmelerini ve yaşamalarını gerçekleştirmek gereklidir. Bu noktada İttihat ve Terakki kadar Ziya Gökalp Bey’de şanslıdır. Çünkü imparatorluğun son perdesinin oynandığı bir dönemde yeni bir aydınlar grubu ünlü ideoloğun çevresinde toplanmışlardır. Yeni fikirler yazılmaktadır. Türk Yurdu, Yeni Mecmua ve İslâm Mecmuası gibi reformcu dergiler yeni tezler üretmekte ve gelişen yeni ideolojiyi disipline etmektedirler. Türk Ocakları arayış içindeki insanlarla yakın diyalog kurmaktadır. Türkçülük de artık Osmanlı İmparatorluğu’nda düşünülmektedir.
Gökalpçi düşünceler gittikçe berraklaşmaktadır. Türkler milli bir hayat kurmak hakkına sahiptirler. Aydınlar belki unutmuşlardır, belki de ruhsuz bir taklit peşindedirler. Ama halk yüzyıllar boyu bir hars (kültür) deposu olarak hâlâ canlıdır, “Deha halktadır”. Balkan Harbi’nin felaketli tabloları içinde, Birinci Dünya Savaşı’nın karanlık bulutları arasında, bu fikirler insanları ayakta tutabilme gücünü yaratmaktadır. Fikirler birbiri ardına doğup taşmaktadır. Halk uyanmıştır. “Milli mefkûre (ideal), milli şuur (bilinç), milli bilinç” kavramları birer kutsal ilke olmuştur. Ziya Gökalpçiler bu ilkelere ideolojik bir atılım ve kendi kendini keşfetme duygusu vermişlerdir. Bunları kutsallaştırmaktan öte bir yaşanan kurallar niteliğine dönüştürmek gerekir. Bu da Tanzimat kafası’ndan kopmak demektir. Dincilerin baskısından kurtulmak, yabancı karşısında aşağılık duygusuna kapılmamak demektir ve kendi kendini yaratmak demektir. Aldatıcı Tanzimat nikabını (örtüsünü) kaldırınca, milli mefkûrenin de yokluğu görülmüştür.
Türkler milliyetlerinin bilincindedirler, Türk milleti’ni kurtarmaktadırlar ve “köklü mazide olan ati”ye doğru yürüyerek yitirdikleri kültürlerini ve dillerini aramaktadırlar. “Lisan ve harsi müesseseler milli mefkûreyi besleyecek menkıbeleri ve hamle kuvvetlerini tarihlerinde ve mazilerinde bulacaklardır. Bu arayış da Türkçüleri İslâmiyet’ten daha evvele, İslâmiyetten önceki Türklüğe götürebilir.” (Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, s. 112)
Kaynak&Alıntı: Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler III: İttihat ve Terakki Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi, 1. Baskı Eylül 2024, s. 300-306.