Şerafettin Turan: Atatürk'te Uygarlık ve Irk Sorunu: J. Gobineau'dan E. Pittard'a
Bu yazımız; Şerafettin Turan'ın "Atatürk'ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar" isimli eserinden alıntı olup, belirli yazım ve imla hataları düzeltilerek sitemizde paylaşılmıştır.

Atatürk’ün geçmiş yüzyıllardaki Türk uygarlığını ortaya çıkarmak ve geçmişi çağdaş açıdan değerlendirmek amacıyla tarih çalışmalarına büyük önem vermesi, onu kimi ana konular ve sorunlar üzerinde durmaya sürüklemiştir. Dolayısıyla söz konusu sorunlara açıklık getirmek, onların süregelen olumsuz etkilerini ortadan gidermek isterken de kimi düşünce ve görüşlerden yola çıkarak bir sonuca, ya da kendine göre bir bileşkeye varmak istemiştir. Bunlara örnek olarak, Türklerin ırk özellikleri ve yetenekleri ile uygarlık sorununu ele alabiliriz.
Uygarlığın “beyaz” ırktan gelen ya da kafa yapısı “brakisefal” olan topluluklara özgü olduğu iddialarının yaygınlaştığı ve Türklerin “barbar” diye aşağılanmak istendiği bir dönemde, Türk kavminin üstün sayılan Âriler’den hiç de eksik bir yönü bulunmadığını kanıtlama çabaları, Arthur de Gobineau’nun eserinin yayımlanmasından kısa bir süre sonra Mustafa Celâlettin ve Ali Suavi ile başlamıştı. Yukarıda da değindiğimiz gibi Mustafa Celâlettin, 1870’te çıkan “Les Turcs anciens el modemes” adlı kitabında Türklerle Ariani kavimler arasındaki yakınlık üzerinde durmuştu. Ali Suavi ise Muhbir ve Ulûm gazetelerinde, Türklerin yalnızca asker bir kavim olmayıp dünya uygarlığına hizmet eden bir ırk olduğunu ve tarihteki kimi kavimlerin Türk aslından geldiklerini öne süren yazılar yazmıştı.
Mustafa Kemal kuşağı, Mustafa Celâlettin’in görüşlerinden kuşkusuz ki habersiz değildi. Ne var ki 1930’lara gelindiğinde, ırkçılık ve “üstün ırk” kavramları, kimi devletlerin ya da devlet başkanlarının izledikleri bir siyasaya da dönüşünce, Türklerin uygarlık yeteneğinden yoksun bir kavim olmadığını meydana çıkarmak, ırkçı görüşlerin yanlışlığını göstermekten çok, Türk ulusuna özgüven ve moral gücü sağlama yönünden zorunlu hale gelmişti. İşte Atatürk’ün, devrimci atılımları sürdürürken antropolojik ölçümlere de eğilmesi, bir siyasaya katılma ya da bir modayı izlemekten çok, Türkler hakkındaki ön yargılara ve suçlamalara, aynı yöntemle yanıt verme amacına yönelikti.
1930’lu yıllarda Atatürk’ün tarih araştırmalarına destek olmak amacıyla Türklerin antropolojik yapılarıyla ilgili bazı çalışmalar yaptırttığı ve 1932’de toplanan ilk Türk Tarih Kongresinde ırk sorununun, üzerinde durulan ana konulardan biri olduğu bilinmektedir. Gerçekten de söz konusu kongrede ırkçılık kuramları ve Türklerin antropolojik yapılarına ilişkin olarak Doktor Reşit Galip, Şevket Aziz Kansu ve Sadri Maksudi Arsal’ın bildirileri tartışılmıştı. Yusuf Akçura ise tarih yöntemi hakkındaki bildirisinin sonunda, ırkçı görüşlere ve Gobineau’nun Ârileri üstün sayan düşüncelerine değinerek, tartışmalardan çıkan sonucu şöyle özetlemişti:
“Bir haftadan beri huzurunuzda söz söyleyen arkadaşlarımız ispat ettiler ki, Avrupalıların hükmetmek amacını gözeterek ortaya attıkları ırk kuramının bilimsel bir kıymeti yoktur… Biz, bütün dünyada yaşayan insanları, Avrupalılar gibi ve onlar derecesinde hukuka sahip adam evlatları sayıyoruz.” (Birinci Türk Tarih Kongresi, Konferanslar-Münakaşalar, T.C.Maarif Vekâleti, s. 607)
Atatürk’ün bu konuda, üstün ırk kuramının esas kaynağı olan Gobineau’nun “Essai sur l’intgalitt des races humaines” adlı ünlü yapıtından başlayarak, Alfred Cort Haddon’un “Les races humaines”ine ve Eugéne Pittard’ın “Les races et l’histoire”ma gelinceye kadar birçok eseri okuduğu ve değerlendirdiği görülmektedir. Özel kitaplığında söz konusu kitaplara koyduğu işaretlerde dikkati çeken nokta, Atatürk’ün Gobineau’da bile Türkler hakkında verilen bilgiler üzerinde eğilmiş olmasıdır.
Örneğin, etnik ayrılıkları ve etnik grupların karışmalarını sergilemeye çalışan Gobineau, sözü Oğuzlara ve Anadolu Selçuklularına getirerek, Altay Oğuzlarının Finli bir kavim olduklarının sanıldığını, İslâm çağında Türk kabilelerinin değişik adlar altında İran ve Küçük Asya’da yerleşmiş bulunduklarını, Selçukluların büyük ölçüde İslâm gruplarla karıştığını, Selçuklu Devleti sona ererken de Türk ırkının devamını sağlayan yeni “sürgün”ler verdiğini, Osmanlı diye anılan bazı kişilerde sarı ırka benzeyen çizgiler görülmekle birlikte, bunun doğrudan doğruya Fin kökenli olmaya değil de, Slav ya da Tatarlarla evlenmelere dayandığını öne sürmekteydi. (Atatürk’ün özel kitaplığındaki nüsha, Anıtkabir, No. 227, 1, 218-221)
Atatürk’ün bu bilgileri içeren satırlara koyduğu işaretler kuşkusuz ki Gobineau’nun görüşlerine katıldığı anlamına sahip olmayıp, bu iddialar üzerine eğilmek gereği duyduğunu göstermektedir. Çünkü Atatürk, aşağıda belirteceğimiz gibi, ırklar ve uygarlıklar konusunda Pittard’ın görüşlerini kabullenmiştir.
Mustafa Kemal’in bu kitapta kırmızı kalemle işaretlediği bir başka yer, bundan 5.000 yıl önce Turan adıyla tanınan eski yurtlarından çıkan sarı ırktan kavimlerin baskısıyla beyaz kavimlerin yer değiştirmek zorunda kaldıkları yolunda Gobineau’nun yazdıklarıdır (Anıtkabir, No. 227, I, 380 vd). Burada Atatürk için önem taşıyan noktanın, sarı ırkın beyaz ırkı daha batıya itmesi değil, yeryüzünde ilk uygarlıkların doğuşunda, Turandan yani Orta Asya’dan çıkan bir göç dalgasının rol oynamasıdır.
Bunların dışında Atatürk’ün, Gobineau’nun kitabında, M.Ö.II.yüzyılda Çin’in batısında yerleşen beyaz ırktan kavimler arasında Yüeçi ve Ou-soun’larında (Vusun) bulunduğunun (II, 262 vd), büyük çoğunluğu sarı ırktan olan Cengiz’in ordusunda beyazların da görüldüğünü (II, 304 vd) belirten yerleri işaretlemiş olması, Atatürk’ün her yerde Türk ve Türklükle ilgili bilgileri değerlendirmeye çalıştığını göstermektedir.
Atatürk’ün, Cambridge Üniversitesi Etnoloji Profesörü Haddon’un Fransızcaya “Les races humaines et leur repartition Geographique” diye çevrilen kitabında da, özellikle Anadolu’da gelişen kültürler ve bunları yaratan kavimler üzerinde durduğu anlaşılmaktadır. Bunlar arasında, daha Neolitik Çağ’da Anadolu’da doğan uygarlığın brakisefal bir Akdeniz tipinin eseri olduğu, bu uygarlığın Batı Asya’dan Avrupa’ya ve Mısır üzerinden Afrika’ya yayıldığı yolundaki kısım (Katalog No. 2077, Anıtkabir kitapları, 725, s. 187), ya da batıya göç eden Türklerin XI. Yüzyılda Anadolu’ya yerleşmelerinden sonra Türk deyiminin, Küçük Asya ve Avrupa’da salt Türk kökenli bir topluluk değil de, İslâmiyet’i kabullenmiş kavimleri de içeren bir kavram olarak görüldüğü (Katalog No. 2077, Anıtkabir kitapları, 725, s. 186) biçimindeki satırlar, Mustafa Kemal’in ilgisini çeken, dolayısıyla etkilendiği görüşler izlenimini vermektedir.
Haddon’dan başka Atatürk’ün, Paris Antropoloji Okulu Etnoloji Profesörlerinden George Montandon’un, “La race, les races mise au poinl d’tthologie somatique” adlı eserini de incelediği ve Turanien ırk (Race Turanienne) bölümü üzerinde durduğu görülmektedir (Özel kütüphane katalogu, No. 2084, Anıtkabir, No. 716).
Bütün bunlarla birlikte, ırksal özellikler ve onun tarihsel olaylardaki rolü konusunda Atatürk’ün en çok Pittard’ın görüşlerine katıldığı bilinmektedir. Bunda Pittard’ın “ırkçı” bir bilim adamı olmayışı kadar Anadolu Neolitik kültürünü ve Balkanlardaki ve Anadoludaki Türklerin antropolojik özelliklerini araştıran bir uzman oluşunun da elbette ki büyük payı vardır. Nitekim Birinci Türk Tarih Kongesi Kurultayında ırklar ve uygarlıklar konusu üzerinde konuşulanlar en çok Pittard’ın görüşlerine yer vermişlerdi.
Atatürk’te 1937’deki İkinci Türk Tarih Kongesi Kurultayına katılan Pittard’ın “Les races et l’histoire. Introduction ethnologigue â l’histoire” adlı ana eserini çok dikkatle incelemiştir. Pittard’ın ırkları antropolojik bir kavram olarak değil de, Boule’a dayanarak, kan yakınlığı ve milliyet, dil, gelenekler gibi yapay sınıflandırmalara olanak veren doğal ayrılıkların belirlediği bir fiziksel türdeki devamlılık diye tanımlaması, Atatürk’çe benimsenmiş görünmektedir. Atatürk’ün söz konusu kitabın gerek ön sözünde gerekse metninde yer alan bu tanımı işaretleyip yanına dikkat anlamına gelen “d” harfini yazmış olması bunun kanıtıdır (Katalog No. 2088, Anıtkabir kitapları: 729, s. VIII, 4.).
Gobineau, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde Türklerin diğer kavimlerle çok büyük ölçüde karıştıklarını öne sürerken, Pittard, Avrasya’nın güzel ırklarından biri olarak nitelendirdiği Türklere, evlenmeler dolayısıyla bir miktar yabancı kanın katılmasını, “büyük bir vazoya birkaç damla” olarak niteliyor ve Türklerin fiziksel tiplerini çizmeye çalışıyordu ki, Atatürk’ün bu bölüme ne denli ilgi duyduğu, sayfa kenarlarını ve satır altlarını sık sık çizmiş olmasından anlaşılmaktadır.
Öte yandan Pittard’da kişisel ilişki kurmuş olduğu Atatürk’ün bu konudaki düşüncelerini ve nelere önem verdiğini büyük bir açıklıkla anlatmaktadır:
“Atatürk’ün Anadolu uygarlığının en uzak kökenlerine ve insan ırkları arasında Türklerin işgal ettikleri yere ilişkin bulguları…
Birçok kez birlikte söz ettiğimiz sorunlar arasında, Neolitik uygarlığın dünyaya getirdiği büyük sosyal değişikliği hatırlatmak isterim… İnsanlık bundan büyüğünü yaşayamaz… Bu efsanevi olaylar Asya’da meydana geldi. Fakat bunun merkez alanının neresi olduğunu henüz bilmiyoruz. En eski Eti kültürü, yeni sosyal durumun başlangıcı hakkında bir imaj -hatta renkli bir imaj- vermektedir. Neolitik Anadolular coğrafya bakımından Avrupa topraklarına en yakın olanlar olduğundan yeni durumu onların yapmış olmaları olasıdır. O zamanın Avrupasının brakisefal nüfusları ancak bahsettiğimiz Asya ülkelerinden gelmiş olabilirler.
Başlıca rollerden birini eski Türkiye’nin oynamış olmasını olanaklı kılan bu genişlikteki bir sorunun Atatürk’ün gözü önünde eşsiz bir parlaklıkla belirmiş olmasını anlıyoruz.” (Eugéne Pittard, Atatürk’ün Hatırasını Tanzim, Belleten, 10 (1939), s. 187 vd.)
Bütün bunlar, Atatürk’ün ırklar ve bunların tarihteki etkinlikleri konusunda ırkçılığı ve üstünlük iddialarına saplanmaksızın, bir yandan Türklerin tarih boyuınca uygarlık alanındaki yerlerini ortaya çıkartacak, öte yandan da Türkleri küçültücü iddia ve önyargıların yersizliğini kanıtlayacak bir çerçeve içinde kaldığını, Gobineau’dan tepki duyaraktan, Pittard’ın da görüşlerinden yararlanarak etkilendiğini göstermektedir.